Celil Çalış – Toprağın Adamı

TARIMDA DEĞİŞEN ÜRETİM VE TİCARET ANLAYIŞI

Tarım ve gıda, artık sadece günümüzün değil geleceğin de meselesi olduğu anlaşılmıştır. Dünya nüfusu artıyor, kırsal nüfus azalıyor/ şehirler büyüyor, beslenme alışkanlıkları değişiyor, gıda sanayisi gelişiyor,  küresel ısınma sonucu iklim sorunları yaşanıyor. Bir taraftan da tarım arazileri hızla azalıyor, istila ediliyor. Bu bize, tarım ve gıda açısından gelecek 20-30 yılın bugünkünden çok daha önemli ve kritik olacağını gösteriyor.  2050 yılında tahmin edilen nüfusu beslemek için tarımsal üretimin mevcut tarım arazilerinin korunması şartıyla iki katına çıkarılması gerektiği bilinen bir gerçek.

Gıda ve tarım ürünleri arzının ve fiyatlarının sürdürülebilir bir yapıda olması, gerek toplum sağlığı açısından gerekse sosyal ve ekonomik açılardan büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde tarımsal üretim; kuraklık, don, aşırı yağış ve diğer doğal afetler gibi iklim koşullarına ve üretim tercihlerinde yaşanan beklenmedik değişimlere göre şekillenmektedir. Ayrıca, dağıtım zincirindeki yapısal sorunlar üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki ilişkiyi bozmakta ve fiyatlardaki dalgalanmaların boyutunu arttırmaktadır. En önemlisi de tarımda girdi fiyatlarının engellenemez yükselişi, tarımda üretim planlamasının bir türlü uygulanamayışı. Tarımsal üretim ile gıda ve ürün fiyatlarında çeşitli şekillerde ortaya çıkan dalgalanmalar nedeniyle piyasaların yakından takibi zorunlu hale gelmiştir. Üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki fark dört kata çıkmakta ve artık yadırganmaz kabul edilir hale gelmiştir.

Tarım esas zenginlik kaynağımızdır. Ekonominin temel taşlarından biridir. Sadece ekonomik değil sosyokültürel ve ahlaki bir gerçektir. Türkiye, tarımsal anlamda pek çok açıdan önemli avantajlara sahip, ciddi potansiyel barındıran bir ülkedir. Türkiye’de yaklaşık 12 bin çeşit bitki türü bulunuyor ki bunların da 3.500-4.000 civarı endemiktir. Biyoçeşitlilikte aslında bir hazinenin üzerinde yaşamaktayız. Bereketli hilal olarak tanımlanan Mezopotamya, Anadolu coğrafyası, 12 bin yıl önce ilk tarımsal faaliyetlerin başladığı topraklardır.  Bu yönü bile Türkiye’yi dünyanın birçok ülkesinden tarımsal anlamda farklılaştırıyor ve öne çıkartıyor.

Türkiye’nin coğrafi yapısı, iklim çeşitliliği kadar jeopolitik konumu da tarım ve gıda sektörü açısından önemli bir avantaj. Dört saatlik uçuş mesafesinde dünya nüfusunun yüzde 40’ına ulaşabiliyor,  1,9 trilyon dolarlık tarımsal ticaret hacmine sahip bir bölgenin tam ortasında konumlanıyoruz. Eğer tarımsal değerlerimize sahip çıkar ve üretiminden katma değerli şekilde pazarlanmasına kadar doğru bir strateji ortaya koyabilirsek müthiş bir fırsata sahip olduğumuzu görürüz.

Gelecek 20-30 yıl, Türkiye’nin tarımda bulunacağı konum, izleyeceği strateji ve oluşturacağı politikalara bağlı. Eğer eldeki kaynaklar doğru kullanılır ve yönetilir, gerçekçi ve kırsal dengelerle uyumlu kalkınma stratejileri ortaya konursa gelecek Türkiye için parlak olacaktır. Ama ortaya doğru bir vizyon ve gerçekçi politikalar ortaya konulmazsa bugün fırsat olarak değerlendireceğimiz başlıklar yarın risk ya da kriz olarak da karşımıza çıkabilir. Bu tamamen bizim ortaya koyacağımız perspektif ve izleyeceğimiz yol ile şekillenecektir.

Türkiye’nin 2025 tarım hedefleri aslında gelecek 20-30 yıl için ortaya konan hedeflerden çok farklı olmayacak. Zira 2025 hedefi, gelecek 20-30 yıllık hedefin ilk adımları niteliğinde. Türkiye’nin elinin güçlü olduğu alanlar var. Eğer tarımda bu alanları iyi değerlendirebilirsek, bunların getirisi oldukça yüksek olacaktır. 2023 yılında Türkiye’nin tarımsal ihracatına baktığımızda 26,5 milyar dolar, ithalatı ise 21,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Tüm sektörlere baktığımız zaman tarım ithalat ihracat dengesinde fazla veren tek sektör konumunda. Ancak sahip olduğu potansiyel ve fırsatlara baktığımızda söz konusu rakamı 4’e 5’e katlamak hayal değil. İşte bizim burada tarımda verimli ve kaliteli üretime olduğu kadar, katma değerli üretim ve markalaşma sürecine de odaklanmamız şart. Tarım ve gıda sanayi salt üretimden ibaret değil, o üretimin anlamlı hâle gelebilmesi için katma değerli şekilde işlenmesi ve markalı şekilde pazarlanması lazım.

Anadolu coğrafyasında tarım ile turizmin harmanlandığını, tıpkı Fransa, İtalya ve İspanya’nın yaptığı gibi, agro-turizmi de ajandamıza almamız gerekiyor. Tarım ve gıdayı gastronomiyle bütünleştirmemiz lazım. Kırsalda yeni bir hikâye yazmamız şart. Anadolu’nun kadim bilgisini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini ürünlerle birlikte bir hikâye şeklinde sunabiliriz. Bunun yolu da kırsal kalkınma politikalarının doğru şekilde oluşturulmasından geçiyor. Bunu başarabilirsek tarım, gıda, turizm sektörler arası ciddi bir sinerji yaratacaktır.

Tarımsal üretim zor bir faaliyettir, sevgi ister, emek ister. Dolayısıyla tarımsal üretim faaliyetinde bulunan çiftçilerin bu işten para kazanması ve memnun olması lazım ki o üretim devam etsin. Eğer bu sağlanırsa yani üreticinin girdi maliyetleri makul seviyelerde seyreder ve yetiştirdiği ürünlerin satış fiyatı da değerinde olursa herhangi bir ürünün yokluğu ya da kısıtlılığını konuşamayız. Ama hem iklim hem de insan faktöründe olumsuz seyir devam ederken 2024 yılında olduğu gibi girdi maliyetleri ve planlamadan kaynaklı önünü göremememe ve karlılık endişesi devreye girerse o zaman da tabii ki gıda güvencesine dair riskler her zaman olacaktır.

Eskiden geleneksel olarak çiftçi ne üretirse toplum da onu tüketirdi. Şimdi tüketici ne istiyor ve talep ediyorsa üreticinin onu ürettiği bir duruma doğru evirildik. Dolayısıyla tarımsal üretim deseninin belirlenmesinde tüketici davranış ve talepleri çok daha ön plana çıkıyor. Tüketici artık gelişen teknoloji ile tüm dünyayı kapsıyor. Temel beslenme ürünü buğdayın fiyatını değerlendirirken üretim maliyeti ve karlılığından önce dünya fiyatları ile kıyaslamasını yapıyor, Türk çiftçisinin ürettiği buğdayın dünya fiyatları üzerinde değer bulduğunu söyleyebiliyoruz. Ama girdi fiyatları ve iklimsel avantaj dezavantajdan hiç bahsetmiyoruz.

Projeksiyonlara göre dünya nüfusu 2050 yılında 9 milyara ulaşacak. Tarımsal üretim tarafındaki yeni yaklaşımlara paralel olarak tüketici tercihlerinde de değişim yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerde tüketiciler daha az işlenmiş gıdalara yönelirken, gelişmekte olan ülkelerde alım gücünün artmasıyla birlikte hayvansal protein bazlı tüketim talebi artıyor. Tüketimdeki artışa karşın kaynaklar sonsuz değil. Başta toprak, su ve orman olmak üzere dünya oldukça sınırlı yenilenebilir doğal kaynaklara sahip. Ve söz konusu kaynaklar üzerindeki baskı ‘insanoğlu etkisiyle’ her geçen gün artıyor. İşte bu noktada devreye biyoteknoloji giriyor.

Düne kadar tarım ve gıda iki farklı sektör gibi algılansa da artık birbiriyle iç içe geçmiş ve entegre olmuş bir yapıda. Hatta zincire dönüşen entegrasyona artık turizm, sağlık, teknoloji, lojistik, enerji ve tekstil sektörlerini de eklemek yanlış olmaz. Bir sektörde yaşanan herhangi bir değişim ya da gelişim, diğer tarafı da doğrudan ya da dolaylı yoldan etkileyebiliyor. İşte bu yüzden tarım ve gıda sektöründe ana aktörler artık sadece çiftçilerle sınırlı değil. Kamunun regülatör misyonu, özel sektörün girişimci ve yatırımcı ruhu, üniversitelerin Ar-Ge ve inovasyona yönelik iştahı ile sivil toplum kuruluşlarının gözetim rolü fotoğrafı bir bütün haline getiriyor. Bu değişime cevap verebilmenin ve uyum sağlamanın yolu da entegrasyonun doğru biçimde sağlanmasından ve etkin şekilde işleyebilmesinden geçiyor.

Küresel anlamda tarım ve gıda endüstrisi yaklaşık 9 trilyon dolarlık bir hacme sahip. Sektörün doğrudan ve dolaylı yoldan küresel istihdamdaki payının yüzde 40 civarında olduğu hesaplanıyor. Üretim, depolama, lojistik, pazarlama, satış ve dağıtım gibi zincirin tüm halkalarında yaşanan bir değişim ve blockchain gibi gerçeklik var. Ve bu konulara sadece ekonomik boyutuyla yaklaşmak eksik ve yanlış olur. Yakın gelecekte söz konusu değişimin sosyolojik, ekolojik ve politik yansımaları daha fazla hissedilecek. Zira tarım artık bir dış politika enstrümanı olarak devletlerarası ilişkilerde daha sık kullanılmaya başlandı.

Jeopolitik risklerin arttığı dönemlerde ülkeler birbirlerine yönelik ambargolarında tarım ve gıda ürünleriyle restleşir hale geldi. Türkiye’de maalesef tarım ve gıda alanında kronik sorunlar kısır döngü içerisinde tartışılmaya devam ediyor. Maliyet, üretim planlaması ve verimlilik, kalite, arz-talep dengesi, katma değerli üretim, pazarlama ve fiyat istikrarı gibi konularda hâlâ sıkıntı yaşanıyor. Ama öte yanda dünya artık tarımda yeni oyun planlarını gündemine almış durumda. Tarımda yarını planlayabilmek için bugünkü değişimi iyi okumak gerekiyor.

Bir tarım ülkesi olduğumuzu, Ekonomik kalkınmamızın temelini tarımın oluşturduğunu hiçbir zaman unutulmamalıyız. Çiftçiliğin kazançlı bir meslek haline getirilmeli, insanların doğduğu yerde doyurulacağı,  üreticinin ürettiğinin karşılığı alacağı, bilimsel bilgi ile tarıma dayalı sanayinin ürünleri geliştirmek suretiyle ülke ekonomisine daha fazla katkı yapacağı, markalaşmanın sağlandığı, üretim planlamasının esas alındığı bir politika oluşturmalıyız. Daha geniş tarım alanlarına, daha modern teknik metotlarla bitkisel ve hayvansal üretim bileşkesiyle tarım yapmak zorundayız.  Gençlerin tarıma teveccühünü arttırılmalıdır. Yöresel ve bölgesel ürünler marka haline getirilmeli, tarıma dayalı sanayileşme öncelenerek katma değerli üretime ağırlık verilmelidir. ‘Büyük ve Güçlü Türkiye’ hedefiyle Cumhuriyetin 100. Yıldönümü olan 2023 yılını geride bırakırken artık hedef 2053, 2071’de gıda güvenliği ve pazarlaması ile küresel bir güç olmalıyız. Çok üretmek artık tek amaç olmamalı, nitelikli ve stratejik üretim esas alınmalıdır.

Türkiye olarak biz de planlarımızı ve hedeflerimizi 2053’te tahmin edilen 120 milyon nüfus, hedeflenen 80 milyon turist toplam 200 milyonu doyurmak ve tarımda Dünya’da ilk 5’e girmek üzerine kurgulamalıyız. Toprak, su ve ormanlarımızın kıymetini bilerek, sürdürülebilir bir üretim ve tüketim modeli geliştirilmeliyiz. Gıda güvenliğini sağlamak amacıyla, daha planlı, daha verimli ve daha kaliteli üretim yapmalıyız. Doğru stratejilerle doğru adımlar atılırsa Türkiye, tarımda hızlı kalkınacak, dünyada çok önemli bir yerde olacaktır.  Gelecek kuşaklara daha üretken ve daha müreffeh bir ülke bırakmalıyız.

Asıl mesele, tarımda önümüzdeki 20, 30 yıl içinde nereye gelmek ve dünya tarımında nasıl bir yer tutmak istediğimizdir. Bu konuda bütünsel bir politika üretip gerekli teknolojik yatırımlara ağırlık verilmelidir. Yeni gelişen teknolojilerle ilgili risk algılaması meselesi, bizim toplumumuz için de önemlidir. Türkiye’nin, sürdürülebilir tarım, gıda güvenliği ve güvenilirliği açısından toplumun geleceğini güvence altına alma konusunda gerçekten bir atılım yapmaya ihtiyacı vardır. Teknolojide atılım yapmak, öngörülen alanlarda yoğun bir Ar-Ge faaliyetine girebilmek ve bunun için gerekli olan kaynağı bulmak gereklidir. Bu noktada mutlaka toplumun desteğine ihtiyaç vardır. Bu desteğin sağlanabilmesi, başka pek çok şey yanında, toplumun aydınlatılmasını da gerektirir. En büyük endişe tarımda yaşlanan nüfus ve tarımdan kaçıştır. Tarımda istihdamın göçmen nüfustan medet ummanın ötesi muhtaç hale gelmesidir.

Tüketiciyi korumanın üreticiyi korumadan geçtiği daima göz önünde bulundurulmalıdır. Arz güvenliğinin olmadığı bir ortamda tüketicinin korunmasından ve gıda güveliğinden bahsedilemeyecektir.

Ahlakımız bizi zaferden değil, seferden sorumlu tutar. Seferimiz ise kardeş kalarak iyiliği yayma çabasıdır. “Aklımız her durumda tedbiri şart koşar; zira tedbirsiz sefer intihardır. Ahilik, bu toprakları bize bırakan bilge atalarımızın, seferimizin selameti için aldığı tedbirlerdir.” Bizler gücümüz ölçüsünde yapmak zorunda olduklarımızdan sorumluyuz.

#topragınadamı

Celil Çalış

1973 Yılında Konya/Kadınhanı ilçesinde doğan Celil ÇALIŞ, Konya Çumra Ziraat Meslek Lisesinden 1992 yılında mezun olduktan sonra Tarım ve Köy işleri Bakanlığı Erzurum / Çat İlçe Müdürlüğünde Ziraat Teknisyeni olarak göreve başladı. Sırasıyla Antalya / Elmalı, Antalya /Alanya ve Konya İl Tarım Müdürlüklerinde değişik kademelerde görev yaptı.

Previous Post
Next Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir