Dünya, sonsuz uzayda küçük bir canlı nokta. Yaşanmaz hale getirirsek pılımızı pırtımızı toplayıp kaçacak başka yer de yok. Oysa atalarımız için böyle sorun yoktu. Orta Asya çölleşince topladılar çadırlarını, uzun yıllar ve çetin yollarla Anadolu’yu yurt tuttular. Ruhları şad olsun. O devirlerde insanoğlunun gözünde dünya neredeyse uçsuz bucaksızdı. Ama şimdi gidecek yer kalmadı. Anadolu çoraklaşsa gidilecek yer diye düşünülen yerdeki insanların da gidecek yer aradığı zamandayız. Başka gezegenlerde yaşam izi, su varlığının araştırıldığı bir çağda yaşıyoruz.
Dünya ısınıyor, iklim değişiyor, mevsimler iç içe geçiyor. Kış kısalıyor, yaz uzuyor. Yapılan çalışmalara ve araştırmalara göre 1850’deki sanayi devriminden günümüze hava sıcaklığının yaklaşık 1,2 derece yükselmesi, tehlikenin boyutunu gözler önüne seriyor. Küresel iklim değişikliği kaynaklı sıcaklık artışı; su kaynaklarının azalması, çölleşme, afetler ve deniz seviyesinin yükselmesi, deniz suyu sıcaklığının artması gibi pek çok iklimsel olumsuzluğu ve gelecekte olabilecek felaket emarelerini beraberinde getiriyor. Son 10 yılda dünya genelinde yaklaşık iki milyarı aşkın kişi, iklim ve hava bağlantılı olaylardan etkilenirken, Birleşmiş Milletler (BM) iklim göçleri konusunda uyarılarda bulunuyor.
BM İklim Değişikliği Çerçeve sözleşmesi, Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması altında yer alan konular toplantılarda müzakere edilerek, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda uluslararası kararlar alınıyor. Tehlikenin boyutu bilim insanlarından sonra dünya yöneticileri tarafından da en üst perdeden dillendiriliyor.
İklim değişikliğinin olumsuz etkileri, Türkiye’de de kendini gösteriyor. 2024 kışı kar yağışsız geçerken mayıs haziran aylarında düşen yoğun sağanak yağışlar sel ve taşkınları oluşturdu. Kurak geçen yaz sonbahara da etkisini göstermekte, göl ve barajların su seviyesi ölü hacim seviyesinde alarm zillerini çalmaya devam etmekte.
Alarm durumuna geçen doğanın, insanoğluna anlatmak istediklerini ve harekete geçilmezse karşılaşılabilecek riskleri, son yıllarda mevsimlerde belirgin bir kaymanın meydana geldiğini işaret ederken, her şeyden önce iklim değişikliği gerçeğinin kabul edilmesi ve bu duruma insanoğlunun neden olduğunun bilinmesi gerektiği ayan beyan ortadadır.
“İklim değişikliğinin etkilerini Kuzey Kutbu‘ndan sonra en olumsuz yaşayan Akdeniz kuşağı ülkelerinden biriyiz “ Normal şartlar altında, doğa-iklim değişikliklerinin çok uzun zaman diliminde yani yavaş yavaş ilerlerken son dönemde ise bu süreçlerin katbekat hızlı şekilde, çok daha kısa sürede değiştiğini söylemeye gerek yok, yaşamaktayız. Gelecekte ortaya çıkabilecek durumlara ilişkin projeksiyonların Türkiye açısından pek olumlu olmadığını bilim insanları ortaya koyarken, iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirebilmek için dillendirilen politikaların hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir.
İklim nedir? İklim, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun yıllar boyunca yaşanan ya da gözlenen tüm hava koşullarının ortalama durumu, ya da daha sistematik bir yaklaşımla, belirli bir alandaki hava koşullarının, atmosfer elemanlarının değişkenlikleri ve ortalama değerleri gibi uzun süreli istatistikleri ile tanımlanan sentezi olarak tarif edilir.
İklim Değişikliği nedir? Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre “İklim değişikliği”, karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan değişiklik olarak tanımlanır.
Küresel iklim değişikliği nedir? Küresel iklim değişikliği fosil yakıtların kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazları (H2O (su buharı), CO2, CH4, O3, N2O, CFC–11, HFC, PFC, SF6) birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade eder.
Paris İklim Anlaşması nedir ve neler getirmektedir? Dünya devletleri küresel iklim krizine çare üretmek amacıyla küresel bir mücadeleyi yaklaşık otuz yıldır sürdürmektedir. Bu çalışmalar Birleşmiş Milletler‘in çatısı altında 1994’te yürürlüğe giren İklim Değişikliğiyle Mücadele Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 2004 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ve en son 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması kapsamında yürütülmektedir. Paris İklim Anlaşması uluslararası toplumun iklim değişikliği ile mücadele için kabul ettiği en güncel uluslararası anlaşmadır. Anlaşma küresel sıcaklık ortalamasındaki artışın 2°C’nin altında ve mümkünse 1,5°C’de dizginlenmesini amaçlamakta ve her taraf ülke bu hedefe ulaşmada izleyeceği yöntemi ulusal katkıları (NDC) ile belirlemektedir.
Mevsimler, yeryüzündeki yaşamı doğrudan etkiler. Bitkilerin büyümesi, hayvanların göç etmesi, insanların giyim tercihleri ve günlük yaşam alışkanlıkları gibi pek çok şey mevsimlere göre değişiklik gösterir. Ayrıca ekosistemler ve iklim gibi olgular da mevsimlerin bu döngüsel yapısına göre şekillenir. Mevsimlerin oluşumunda en önemli etken, Dünya’nın Güneş etrafında eksen eğikliği ile dolanmasıdır. Eğer Dünya’nın ekseni eğik olmasaydı gece ve gündüz süreleri yıl boyunca her yerde eşit olur, mevsimler değişmezdi; sıcaklıklar sabit kalır, kutup bölgeleri sürekli soğuk, ekvator ise sürekli sıcak olurdu.
Bugünlerde dünya depremler, seller, yangınlar, kuraklık gibi doğal afetlerle boğuşurken kendi içlerinde yaptığı mücadelelerle savaş, göç, kargaşa adeta insanın insanı ezdiği hatta yamyam gibi yediği olağanüstü bir çağda yaşıyoruz. Ülkemizi önce kuraklık, sonra dolu yağışları, sonra orman yangınları, şimdi de seller taşkınlar etkisi altına aldı. Ülkemizdeki yaşananları iliklerimize kadar hissedip milletimizin adeta ne yapabilirimin telaşı ve çaresizliğinde olduğunu görmekteyiz. Tabi dünyanın dört bir yanında iklimsel felaketler ve insan kaynaklı doyumsuzluk ve güç zehirlenmelerinin oluşturduğu savaşlar ve göçler yaşanıyor.
Bilim insanları, devletimizin yetkili organları yaşadığımız kuraklık, orman yangınları, seller, taşkınlarla ilgili çok şey söylediler. Yaraları sarıp yarınları mamur etmenin telaşındayız. Biz de konu hakkında keşke deyip suçlu aramak yerine önümüze bakıp geçmişi tecrübe etmemiz gerektiğinin doğru olacağı kanaatindeyiz. Ancak şunu söylememiz gerekiyor: Mühendislik temel biliminde der ki; Doğada gerçekleşen bir olay 30 yıl, 50 yıl, 100 yıl nihai olarak 500 yılda gerçekleşir. Yaşadığımız doğal afetlerde aslında doğa bizim ona hakkımızdan ve haddimizden fazla yaptığımız müdahalelerle aldıklarımızı geri alıyor. Doğa kendinde olan tahribatı düzenliyor. Bu olaylar yüz yıllarda belki de bin yıllarda gerçekleşiyor, biz anı yaşayarak yorum yapıyoruz.
Yaşanan doğal felaketleri her sorumluluk sahibi insan kendi alanında değerlendirip, yaşananlardan suçlu aramak yerine ders çıkartmayı tercih etse inanın gelecek adına daha faydalı sonuçlara ulaşırız. 1984 yılında benzer sel ve taşkın felaketini yaşayan Kastamonu Bozkurt ilçesi yapılaşmayı daha da dere yatağına taşıyarak 400 metre genişliğindeki doğal yatağı 15 metrelik modern taşkın koruma tesisi ile telafi edeceğini düşünürsen olandan ve ölenden vebalin olur ey yetkili, haberin olsun.
Biz kendi alanımıza dönersek tarımsal üretimde bir türlü yapamadığımız üretim planlaması, girdi maliyetlerinde engellenemeyen yükseliş, elde edilen ürünlerin maliyetlerden dolayı karlılığının azalması, su yetersizliği ve kuraklık sorunu, iklim değişikliği, tarımsal üretimde yaşlanan nüfus, tarıma gereken önemin, değerin, desteğin verilmeyişi tarım camiasını karamsarlıktan kurtaramıyor. Üretim planlamasının yapılamayışı tarımsal üretimin önündeki en büyük engeldir. Buna bir de küresel ısınma, iklim değişikliği kaynaklı kuraklık, yangın, sel gibi aşırı hava olaylarının neden olduğu felaketler eklenince üretim yapmak gerçekten çok zorlaşıyor.
Milletlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2021 raporunda da açıkça belirtildiği gibi tarımsal üretim her geçen gün zorlaşıyor. Yoğun sanayileşme, madencilik faaliyetinin yanı sıra tarımda, özellikle aşırı kimyasal kullanımına dayalı, doğal kaynakları yok eden, çevreye zarar veren faaliyetler küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınmadan olumsuz yönde en çok etkilenen sektörlerin başında tarım geliyor.
Mevsimlerin bizde yarattığı duygular ise, mevsimlerin pratik olarak hayatımızda yol açtığı değişimler, doğanın geçirdiği değişim ve kendi kişisel tercihlerimizle ilgili.
Mevsimlerin iklim ve doğa ile bağlantılı olarak sembolize ettikleri şeyler genel olarak aynıdır.
Kış bize kendimize dönüşü, durgunluğu, bekleyişi, sakinliği çağrıştırır.
İlkbahar; yeniden doğuşu, dirilişi simgeler, yeni şeylere başlama ve yenilenme hissi uyandırır.
Yaz; neşe, sevinç, buluşma, kaynaşma mevsimidir. Kanımız tepsi gibi parlayan güneş gibi kaynar.
Sonbahar ise olgunluk, değişim, güzellik ve sona erişten dolayı hüznü sembolize eder.
Doğa bütün bu değişimleri geçirirken bizde yarattığı duygulardan habersizdir.
Tüm mevsimler için çokça söylen söz vardır ancak mevsimlere söylen en güzel söz “Sonbahar Sanattır, Diğerleri Mevsim” Cemal Süreyya değil mi?
Aşık Daimi ise “Ne de olsa kışın sonu bahardır. Bu da gelir bu da geçer ağlama” diyerek bize güç vermiş.
Baharı bütün coşkusuyla hissedebilmek için mutlu, huzurlu ve her şeyden önce sağlıklı, afetsiz, bol yağışlı bir kış geçirmemiz dileğiyle.
#topragınadamı










