Günümüzde dünya nüfusunun hızlı artışı, sınırlı üretim kaynakları, eğitim yetersizliği, sosyokültürel ve ekonomik etmenler, besinlerin dağıtım ve teknolojisindeki yetersizlikler ve çevre koşulları açlığın en önemli nedenlerindendir. Dünyadaki açlığın çözümü, dünya besin kaynaklarının ve özellikle de enerji, protein, vitamin ve mineral madde yönünden zengin olan besinlerin üretim ve tüketiminin yaygınlaştırılması ile mümkündür. Nitekim, bakliyatın ana vatanı Türkiye’nin girişimi ile Birleşmiş Milletler’in 2016 yılını “Uluslararası Bakliyat Yılı” ilan etmesi de bakliyatın insan beslenmesindeki önemini göstermektedir.
Yemeklik tane baklagillerden mercimek bitkisinin önemini ve tarımının sorunlarını sizinle paylaşmak istedim. Konu uzmanı Prof. Dr. Mustafa ÖNDER hocamla yemeklik tane baklagillerin sohbetini yaparken, konunun çok geniş olduğunu, Ülkemizde üretim ve tüketim bakımından çok önemli olan kuru fasulye, nohut ve mercimek konusunda genel bir değerlendirme yaptıktan sonra mercimek konusunu ele almamızın daha uygun olacağını gördüm. Böyle değerli bir hazineyi yıllar itibarı ile neden bu kadar ihmal ettiğimizi, ithalat sarmalına neden girdiğimizin cevabını bulmaya çalıştım. Yemeklik baklagiller üretiminde 1990’lı yıllardaki gibi tekrar kendine yetebilir seviyelere gelebilmek ve tarla tarımında sürdürülebilirlik için ekim nöbeti içerisinde mutlaka baklagillere yer verilmelidir. Bunun için hep birlikte çalışmamız gerekiyor.
İnsanlar besin maddelerini, hayvansal ve bitkisel kaynaklardan sağlamaktadırlar. Hayvansal besin kaynaklarının fiyatlarının yüksek olması nedeni ile özellikle gelişmekte olan ülkelerde insanlar besin maddelerini sağlamak için büyük ölçülü bitkilere bağlıdır. Besin kaynaklarının en önemlisi de proteinlerdir. Dünya‟da protein ihtiyacının yaklaşık %70’i bitkisel kaynaklardan sağlanmaktadır. Birçok gelişmekte olan ülkelerde bu oran %90‟a çıkabilir. Türkiye, tahıl tüketimi yönünden Dünya‟da kişi başına yaklaşık 200 kg ile ilk sıralarda, buna karşın et tüketimi yönünden ise yaklaşık 22 kg ile son sıralarda yer almaktadır. Örneğin ABD’de bu oran kişi başına 95 kg et ve 66 kg tahıl şeklindedir.
Ülkemiz insanı ihtiyaç duyduğu bitkisel proteinin %66‟sını tahıllardan, %18.5‟ini baklagillerden, %15.5’ini ise diğer bitkisel kaynaklardan sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde beslenme düzeyi yeterli olduğu halde gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğunda yetersizdir. Beslenmede protein/kalori oranının düşüklüğü nedeniyle ortaya çıkan hastalıklar özellikle Afrika, Güney Amerika ve Uzak Doğu’nun çeşitli bölgelerindeki insanlar arasında yaygıdır. Protein eksikliği yönünden, gelişmekte olan ülkelerde beslenme sorunu gelecekte daha da önem kazanacaktır. Bu yönden bünyelerinde ortalama olarak %25 civarında bitkisel protein içeren özelikle fosfar demir ve B1 vitamini bakımından çok zengin olan üstün beslenme kabiliyetine sahip yemeklik tane baklagiller çok uygundur. Eğer biz, kendi imkanımızı, kendi gücümüzü, kendi zenginliğimizi, kendi değerlerimizi üretip, geliştirmezsek, o zaman küresel fast food kültürünün tesirinde esiri oluruz. O zaman hem değerlerimizi kaybederiz hem de pek çok manada sağlığımızı kaybetme riski ile karşı karşıya kalırız.
Son yıllarda özellikle kolesterol düşürücü özelliklerinden dolayı diyetisyenlerce de tavsiye edilen ve uzun süre bozulmadan saklanabilen, kolay nakledilebilen ve hayvansal kaynaklı proteinlere göre daha ucuz olan yemeklik tane baklagillere önem verilmesi gerekmektedir.
Besin maddeleri arasında proteinler özel bir öneme sahiptirler. Zira bunların insan vücudundaki görevleri başka hiç bir madde ile gerçekleştirilemez ve hiç bir besin maddesi bunun yerine ikame edilemez. Araştırıcı Morgen’in ifadesine göre; Protein öyle bir maddedir ki, tek başına veya kendisini teşkil eden unsurları ile su, mineral maddeler ve vitaminlerle birlikte bütün hücreleri besleyebilir.
Baklagiller familyasına giren bu bitki türleri diğer bitki türlerinin faydalanamadığı havanın serbest azotundan faydalanma özelliğine sahiptirler. Bu bitkiler uygun şartlarda Tabi Organik Azotlu Gübre Fabrikası gibidirler. Atmosferin bileşiminde yaklaşık olarak % 80 oranında azot gazı olduğu halde baklagiller dışındaki bitkiler bundan doğrudan doğruya yararlanamazlar. Rhizobium türleri olarak bilinen bakteriler baklagillerin kılcal köklerine giren ve orada çoğalarak köklerinde nodozite adı verilen yumruların oluşmasını sağlarlar. Bu bakteriler kendileri için gerekli olan karbonhidratları bitkiden alırlar, buna karşılık toprak havasının azotunu bitkilerin faydalanabilecekleri forma çevirirler. Bu olay, simbiyotik azot tespiti olarak bilinir. Simbiyotik yolla tespit edilen azot nodozitelerden bitkiye geçer ve bitkinin çeşitli kısımlarında birikir. Yemeklik tane baklagillerin toplam azot içeriklerinin yaklaşik %77’sinin bu yolla atmosferden sağlandığı bildirilmektedir.
Yıllık kişi başına fasulye tüketimimiz 2.88 kg/yıl, nohut tüketimimiz 4.61 kg/yıl ve mercimek tüketimimiz 5.22 kg/yıl olarak bildirilmektedir. Ülkemiz nüfusu her yıl 1 milyon kişi artmaktadır. Bu nüfus artışına paralel olarak fasulye, nohut ve mercimek gereksinimi de artmaktadır. 2020 yılında 83 milyon nüfusa gereksinim duyulan fasulye miktarı 240 bin ton, nohut miktarı 382 bin ton ve mercimek miktarı 433 bin ton dur. 2050 yılında 113 milyon olacak nüfusumuza göre de gereksinim duyulan fasulye miktarı 325 bin ton, nohut miktarı 520 bin ton, mercimek miktarı 590 bin ton olarak tahmin edilmektedir. 2019 yılı verilerine göre fasulye üretimimiz 225 bin ton, nohut üretimimiz 630 bin ton, mercimek üretimimiz 310 bin tondur. Bu veriler de göstermektedir ki fasulye ve mercimek üretimimiz gereksinim duyduğumuzdan çok daha düşüktür. Eğer yemeklik baklagil üretimimizi artıramaz isek şimdi olduğu gibi gelecekte önemli miktarda dışalım yapmak zorunda kalacağımız yadsınamaz bir gerçektir. Üretim ve tüketim değerlendirmelerimizde kendimize yetmediğinden ihracat boyutuna bakamıyoruz.
Ülkemizin, hemen hemen tüm bitkilerde olduğu gibi, yemeklik baklagillerin üretimi ve tüketimi konusunda da herhangi bir politikası bulunmamaktadır. Baklagillerin ekimi üreticilerimizin isteğine bağlı olup, hangi baklagil o sene iyi gelir getirirse ertesi yıl o baklagil ekilmektedir. Bu da o yıldaki üretim fazlası nedeniyle fiyatların düşmesine neden olmakta, çiftçi de ertesi yıl tekrar o baklagili ekmemektedir. Kısacası kısır bir döngü içerisinde yemeklik baklagiller tarımımız süregitmektedir. Ülkemizin tarım ürünleri potansiyeli ve ülkemiz ile diğer ülkelerin gereksinimleri dikkate alınarak, uzun vadeli tarım politikaları gerçekleştirilmeli, hangi yıl, ne kadar ve hangi ürün yetiştirilmesi gerektiğine bu politikalar ışığında karar verilmeli ve çiftçilerimiz buna göre yönlendirilmelidir.
Tarımda karşılaştığımız her sorunda ithalat seçeneği ve gümrük vergisinin azaltılması seçeneğini kullanıyoruz. Bu seçenekler çokça denendi ve çözüm yerine sorunları hep derinleştirdi. Hâlbuki yeniden bir üretim planlaması ile ülke arz talep dengesi üzerine hedeflenen tarımsal ticaret hedefini koyarak bir üretim planlaması yapsak tarımsal ihtiyaçların üretilmesi ve tarımla kalkınmanın başarılabileceğini hep birlikte göreceğiz. Unutmayalım ki, tarımı en iyi olan ülkeler gelişmiş ülkelerdir.
Orta ve uzun vadeli tarım politikalarındaki en önemli eksiğimiz de Türkiye’nin bir kırsal kalkınma politikasının olmaması. Bugün hâlâ köylü ile çiftçi ayrımını yapamamışken, maddi desteklemeler ile kırsalda istiklali ve istikrarı yakalamak zor. Kırsaldaki sosyolojik boyutunu göz ardı edersek, üreticimizi üretim bölgelerinde tutmak için geçerli sebepler oluşturamazsak evdeki hesap çarşıya uymaz. O zaman da tüketimin arttığı bir ortamda kırsalda üretim düşer, hatta üretici konumundaki çiftçi kentlere göçerek tüketici konumuna gelir. Şu anki içinde bulunduğumuz durum tamda bu. Gıda fiyatlarının enflasyon üzerindeki baskısını azaltmanın yolu ithalattan değil üretimi artırmak, sürdürülebilir ve verimli kılmaktan geçiyor. İthalat ve sıfır gümrük politikası ile gıda fiyatlarında istikrar sağlamaya çalışılırken orta ve uzun vadede üreticinin üretime yönelik güven kaybı ve rekabet gücü nasıl korunacak?
Tarımda sorunun kökenine inip, kısa vadeli çözümler yerine kalıcı çözüm sağlanmadığı için ithalat hem bitkisel hem de hayvansal üretim boyutunda ilk başvurulan ‘kolaycı çözüm‘ olarak karşımıza çıkıyor. Asıl mesele ne nohut, ne kuru fasulye ne mercimek ne de kırmızıbiber… Mesele, tarımda orta ve uzun vadeli politika eksikliğinin ta kendisi. Mesele, planlamadan yoksun, arz-talep dengesine yönelik projeksiyonların olmadığı, tarımsal ölçeklerin sağlıklı yapılamadığı bir üretim modeline sahip olmamız.
Baklagiller türlerinde fiyat dalgalanmalarını önlemek için hasat/harman dönemi beklenilmeden kuru bakliyat dış alımını özendirici gümrüksüz ya da kolaylaştırılmış ithalat yapılmasını sağlayan mevzuat düzenlemeleri yapılmaktadır. Bu uygulamalar yerli üreticileri zora sokmakta ve bakliyat ekimini olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle dış alımı özendirici uygulamalar yerine yerli üretimi arttıracak yatırımların yapılması gerekmektedir.
Buradan hareketle Türkiye’mizde uygulanan tarımsal desteklemelerde dörtlü münavebede bir baklagillerin ekilmesi hem toprak sağlığı, organik madde arttırılması hem de baklagiller üretimindeki açığımızın kapatılması açısından zarurettir.
#topragınadamı


