1993 yılından bu yana Birleşmiş Milletler tarafından 22 Mart değişik temalarla “Dünya Su Günü” olarak kutlanmaktadır. 2020 yılı teması anlamlı olmuş ve “İklim değişikliğine” dikkat çekilmişti. 2021 yılında “Suyun Değeri”, 2022 yılında “Yeraltı suyunu görünür yapmak”, 2023 yılında “Ortaklıklar ve İş birliği yoluyla değişimi hızlandırmak” ve2024 yılında hala çözemediğim, “Barış için Sudan Faydalanmak”, 2025 yılı “Buzulların Korunması” teması ile insanlığın dikkati çekilmeye çalışılacak.
Buzulların korunması teması “İklim değişikliğinin etkilerini Kuzey Kutbundan sonra en olumsuz yaşayan Akdeniz Kuşağı ülkelerinden birisi” olmamız hasebi ile ülkemiz ve bölgemiz için derin bir mana içeriyor. Normal şartlar altında, doğa-iklim değişikliklerinin çok uzun zaman diliminde yani yavaş yavaş ilerlerken son dönemde bu süreçlerin katbekat hızlı şekilde, çok daha kısa sürede değiştiğini söylemeye gerek yok, bunu yaşamaktayız. Gelecekte ortaya çıkabilecek durumlara ilişkin projeksiyonların Türkiye açısından pek olumlu olmadığını bilim insanları ortaya koyarken, iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirebilmek için dillendirilen politikaların hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Geçtiğimiz yüzyılda dünya nüfusu iki kat artarak üç katına çıkmış, dünya genelinde su talebi yedi kat, sulanabilen araziler ise 6 kat artmıştır. Buna mukabil artan su kirliliği kullanılabilir su kaynaklarını azaltmıştır. Su kullanımındaki farklılıklar, suyun çok uluslu karakteri, su kaynaklarının zaman ve mekân ölçeğinde gösterdiği çeşitlilik su kullananlar arasındaki gerginlikleri artırmaktadır. Bu problemlere iklim değişikliklerinin etkisi de eklenmiştir.
Su, tarih boyunca insanlığın ve tüm canlıların yaşam kaynağı olagelmiş, medeniyetlerin oluşumuna katkı sağlamıştır. Tarihe baktığımızda toplumların gelişimi, su kaynaklarının bulunduğu alanlarda olmuştur. Su hem ekonomik bir değer hem de sosyal ve kültürel bir nitelik taşımaktadır.
Su; dünyamızda istenilen yer, miktar, nitelik ve zamanda bulunmayan, yenilenebilir ancak sınırlı bir kaynak olması nedeniyle toplumların her katmanını ilgilendiren stratejik bir doğal kaynak olmuş ve olmaya da devam edecektir. Su kaynaklarından yararlanma ve bununla ilgili çalışmalar insanlık tarihi kadar eskidir. Hiç olmadığı kadar önemli hale gelen su kaynaklarının sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma için etkin kullanımı konusu, her düzeyde giderek daha yoğun biçimde gündeme gelmektedir.
Dünya su varlığının yaklaşık %97,5’i tuzlu su, sadece %2,5’u tatlı sudur. Tatlı su varlığının %68,9’u kutuplarda ve yüksek bölgelerde sürekli don olarak, %30,8’i ise toprak nemi ve yer altı suyu olarak bulunur. Dünya tatlı su varlığının sadece %0,3’ü nehirlerde ve göllerde bulunur. Canlılığın yaşam kaynağı su ne kadar bol iken ne kadar da kıt olduğunu görebiliyoruz değil mi?
Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına düşen kullanılabilir tatlı suyun 8.000-10.000 m3 olması istenir. Türkiye nüfusunu 86 milyon olarak kabul edersek bu rakam 1302 m3 tür. Günümüz rakamlarına bakıldığında Türkiye, kişi başına düşen kullanılabilir tatlı su açısından zengin ülke değil, su stresi yani su azlığı çeken ülke konumundadır.
Ülkemizin yıllık kullanılabilir su potansiyeli 14 milyar m3 yeraltı, 98 milyar m3 yerüstü suyu olmak üzere toplam 112 milyar m3 tür. Su zengini olmadığımız halde kullanılabilir su varlığımız olan 112 milyar m3 suyun 57 milyar m3‘ünü yani %50’sini kullanabilmekteyiz. Türkiye’nin belirli bölgeler dışında suyun olduğu yerde tarımsal arazi, tarımsal arazinin yeterince bulunduğu yerlerde su sıkıntısı çekilmektedir.
Dünyamıza yaşam kaynağı olan su her yıl aynı döngüdedir. Yıl içerisinde yağan yağış ve buharlaşma miktarı aynıdır. Bir bölgede fazla yağış felaket, başka bölgede az yağış kuraklık oluşturmaktadır. Son yıllarda yağışların ani ve sert yağması ile sel su baskını felaketi ile kışların karsız ılıman geçmesi gelecek adına endişeyi arttırmaktadır.
Tarımın, iklim şartlarına bağımlılığının azaltılması gerekir. Bu amaçla özellikle Orta Anadolu’nun sulama suyu ihtiyacını karşılamak için havza dışı su transferi yapılması zorunluluktur. Bunun bir ‘Devlet Projesi’ olarak ele alınması gıda güvenliğimiz açışından çok önemlidir. Yapmamız gereken: “Milli Su Kanunu çıkartıp, su varlığımızı ülke bazında planlayıp, havza bazında yönetmemizdir.”
Ancak gündemde olan Su Kanunu Taslağı 2012 yılından bu yana Su Yönetimi Genel Müdürlüğü koordinasyonunda hazırlanmış ve kamuoyunun görüşüne sunulmuştu. 2019 yılında güncellenen ancak yine TBMM’ye sunum aşamasına getirilemeyen “Su Kanunu” 2023 yılının sonunda yeniden Bakanlığın gündemine alındı.
Su kaynaklarının etkin yönetimi ve verimli kullanımı amacıyla üst düzeyde koordinasyon ve iş birliği sağlayacak ulusal su kurulunun kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 29.11.2023 tarihli ve 32384 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Ulusal Su Kurulu; 12. Kalkınma Planı’nda da yer aldığı üzere yürürlükte olan “Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu ile Havza Kurulları ve İl Su Kurullarının daha etkin hale getirilmesi, kentlerde ve kırsalda su-gıda, enerji-ekosistem ilişkisini temel alan su arzına ilişkin kısa ve uzun vadeli plan, politika ve stratejilerin oluşturulmasının yanı sıra, su yönetiminde etkin koordinasyon ile bütüncül yaklaşımın garanti altına alınması ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalarda bulunacak.
Su kanunu 13 yıldır neden hazırlanıp yürürlüğe girmedi, içeriğinde neler yer alıyor?
Su Kanunu Taslağı, 2021 yılındaki son haliyle 6 bölüm ve 30 maddeden oluşuyordu. Taslakta Su kanunu taslağının uzun dönemdir TBMM’ye sevk edilemeyişinin nedenlerinden biri de nehir havzası ölçeğinde etkin bir kurumsal yapının eksikliği olabilir. Aslında var olan kurumların yetki karmaşası da diyebiliriz. Çünkü su yasası taslağında yer alan havza ve il ölçeğinde oluşturulmuş Su Kurullarının su yönetiminden beklenen etkinliği ortaya koyması mümkün olmayacaktır. Bunun yanı sıra Bakanlıklar arasında ve Su Yönetimi ile ilgili Genel Müdürlükler arasında yeni taslaktaki yetki ve sorumluluk alanı konusundaki görüş ayrılıkları da bu ilerlemeyi yavaşlatmaktadır. Ortak çalışma kültürü oluşturma yerine su hizmeti veren kurumlar arasındaki yetki çakışmaları ve kurumların sorumluluk alanını koruma ve genişletme reflekslerinin bu sürecin uzamasında etkili olduğu açıkça görülmektedir. Oluşturulan “Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu ile Havza Kurulları ve İl Su Kurulları” Dünya Su Konseyi‘nin huyuna suyuna giderek Türkiye’nin menfaatine olan Milli Su Planı yerine havza bazlı su planı ve yönetimi ısrarı ile suyun dibine kibrit suyumu mu dökmeye çalışıyor?
Türkiye’nin Su Yönetimi yapısı
Çeşitli kurumlarca ayrı ayrı üretilen su politika ve yatırım programları mükerrer uygulamalara ve kaynak israfına neden oluyor, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre Şehircilik ve İlkim Değişikliği Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ve DSİ Genel Müdürlüğü arasında yetki çakışmaları bulunmaktadır. Su kaynaklarının korunması ile ilgili toplumsal farkındalık yeterli değildir, Kurumlar arası koordinasyon zayıftır ve 30 kanun ve ikincil düzenlemeden oluşan mevcut su mevzuatı, çok parçalı ve havza yönetimi için yetersizdir.
Yakın zamanda TBMM gündemine gelmesi beklenen Su Kanunu taslak ve niyet olarak Türkiye ihtiyaçlarına cevap verecek içerikte değildir. Son dönemde yönetmelikle kurulan havza su kurulu ve il su kurulu gibi kurullar suyun havza ölçeğinde etkili bir şekilde bütünleşik olarak yönetimi için yetersiz kalacaktır. Çünkü planlamadığınız şeyi yönetemezsiniz. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı Politika Kurullarında Milli Bazda Planlama yapacak üst akıla ihtiyaç vardır. Bakanlıklar ve bünyesinde bulunan Genel Müdürlükler arasında çekişme ve görev karmaşası devam ederken Milli plan yapmadan havza bazında plan ve yönetim çalışmaları çıkmaz sokağın başında oyalanmaktan öteye geçmeyecektir. Su yönetimi ve su kullanımında radikal bir düşünce değişikliğine ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bunu başardığımızda ülkemizin tarımı, ticareti ve sanayisi gelişecek, Türkiye’nin gayrisafi hasılasına olan katkısı artacaktır. Artan üretimle birlikte gelişecek olan gıda sanayisinin ihracatı cari açığımızın kapanmasına çok daha büyük katkı yapacaktır. Ülkemiz stratejik önemi daha da pekişecek, 2053 ve 2071 nihai hedeflerimize ulaşmamızda önemli katkı yapacaktır. Artacak tarımsal gücümüzle birlikte, vicdanı da güçlü ülkemiz, kendi ihtiyacı, ticareti yanında dünyadaki tüm mazlumlara yardımını artıracaktır.
Sözün özü iklim değişikliği, küresel ısınma, mevsim kayması adına ne dersek diyelim doğanın ahengini ve dengesini bozan bizleriz. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya, içecek su, üretim yapacak toprak, nefes alacak ormanlar bırakmak için doğaya ve bilime saygılı ve duyarlı olmamız gerekmektedir.
Dünya, toprak, su, ormanlar atalarımızın bize mirası değil, torunlarımızın emanetidir. “Emanete hıyanetlik etmeyelim”.
“Eğer su kaynağı senin kendi ruhundan fışkırmazsa susuzluğunu dindiremezsin.” diyor Goethe.
Bazen anlamazlar diye söylemezsin, bazen olur anlamayacakları kadar çok söylersin. Bazen de anlayıp anlamamalarını düşünmez ve söylersin. Öyle yaptım suçlu aramadan sadece söyledim diyerek; Taşı delen suyun gücü değil, damlalarının sürekliliğidir. Suyumuza sahip çıkalım, bir damla suya muhtaç kalabiliriz. SU HAYATTIR.
#topragınadamı

