Genel seçimleri geride bırakarak, yerel seçimlerin baş döndüren kulisleri ve tahminlerinin yarışı ortamını yaşamaktayız. Ülkemizde hal yoluna sokulması gereken birçok problem olmakla birlikte, özelde tarımda da birçok sorun, kâğıt üstünde yapılan planlar, sözde kalan programlar yerel seçimlerin de sonrasına kalacak gibi durmaktadır.
Artık asıl gündeme odaklanıp, tarım ve gıda sektörünün bilinen sorunlarına yoğunlaşma zamanı geldi de geçiyor bile. Bugüne kadar ötelenen, tarımda çok yönlü adımlarla kısa vadeli çözüme kavuşturulmaya çalışılan sorunlar artık sadece üreticinin ve tarımsal ticaretin problemi olmaktan çıktı, 85 milyonun ‘mutfak meselesi’ haline geldi. O yüzden birçok sektörü kapsayan ve ekonomideki dönüşüm ihtiyacını özetleyen “üretim planlaması” vurgusu, tarım ve gıda sektörü açısından tekrarlanan nakarattan öte, hiç olmadığı kadar önemli hale geldi.
Tarım ve Orman Bakanlığının uzun bir dönemdir gündeminde olan ancak bir türlü hayata geçirilemeyen politikalarına dair beklentiler arttı. Genel seçimler dolayısıyla rafa kaldırıldığı ifade edilen birçok konunun önümüzdeki yerel seçimlerden sonra tekrar raftan indirilmesi bekleniyor. Bir tarafta istikrarsız ve öngörülemeyen üretici maliyetleri ve satış fiyatları, diğer tarafta yüksek seyreden tüketici gıda fiyatları Türkiye’de tarıma bakış açısının köklü şekilde değiştirilmesini gerekli kılıyor. Üretici maliyetleri ve tüketici fiyatlarından çok tarımı tehdit eden tarımda istihdam ve sürdürülebilirlik ayrıca ele alınması gereken bir başlık. Tekrar edelim “Tüketicinin korunması üreticinin korunmasından geçer”.
Tarımda artık sil baştan bir politika değişimi zaruri hale geldi. Çünkü tarımın sorunları biliniyor, çözüm olacak adımların ne olduğu gayet net. Yol haritasının yeniden ve objektif şekilde çizilmeye ihtiyacı var. Sektörün sadece belirli kesimlerini değil tamamını kapsayan, kucaklayan ve ortak akılda buluşturacak bir yol haritasından buluşmalıyız.
Ne üretim politikasını oturup tartışıyoruz, ne de kalkınma modelinin içinde tarıma gerektiği kadar yer açmaya çalışıyoruz. Kısa vadeli bakış açısından kurtulup orta ve uzun vadede tarıma bakamıyoruz. O yüzden de tarımın içinde barınan kronik sorunları yıllardır olduğu yerde sayıyor; hatta her geçen zaman dünya ve ülke nüfusunun artması, ihtiyaçların çeşitlenmesiyle daha da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
21 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından 60 maddede sonuç bildirgesi açıklanan, 3. Tarım Şurası’nda önemli kararlar alındı. Şura’da alınan kararlara baktığımız zaman Şura çalışma gruplarında ve uzun zamandan bu yana tarım camiasının konuştuğu, tartıştığı ama çözümüne yol verilemeyen konular. Daha da ötesi; 2004 yılında yapılan 2. Tarım Şurası’nın 36 maddelik sonuç bildirgesi, 1999 yılında yapılan 1. Tarım Şurası sonuç bildirgesi, 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi’nin sonuç bildirgesinde yer alan başlıklar da aynı sorun ve çözüm hedeflerini oluşturmaktadır. Ancak bilinmesi gereken “üretim sonucu olmayan, dinamik ve sürekli bir yapıdır”. Çalışarak alınması gereken çok yolumuz var.
Tarım sektörünün kendi içinde farklı dinamikleri var ve bunlar dikkate alınmadığında karşımıza üretim, ekonomi harici sosyal sorunları da içeren sorunlar yumağı çıkıyor. Ama bir üst perdeden bakıldığında aslında sorunların büyük çoğunluğunun da ortak noktada birbiriyle ilişkili görüyoruz.
O yüzdenden de üretimden pazarlamaya kadar tarım politikalarına bütüncül yaklaşılması gerektiğini her fırsatta dile getiriyoruz.
Hazır seçim sonrası yeni bir beyaz sayfa açılmaya hazırlanırken, tarım sektörünün sorunlarından bazılarına göz atalım mı?
1- Tarımda plansız üretim sorunu var. Kendi haline bırakılmış üreticileri doğru, etkin ve zamanında bir üretim-destek-pazarlama politikasıyla yönlendirmek mümkün. Yönlendiremediğiniz noktada arz-talep dengesini sağlamamız, dolayısıyla da ürünlerin fiyatlarında istikrarı yakalamamız çok zor. 2017 yılında açıklanan 1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe giren “Milli Tarım Projesi” kapsamında havza bazlı üretim modeliyle bu sorunu aşamasak da bir yol haritası oluşturabilirdik. İç tüketimden dış pazar dengelerine kadar birçok parametreyi gözeterek kimin, nerede, hangi ürünü ne kadar ekeceği, dikeceği ya da yetiştireceğine dair orta ve uzun vadeli bir politika oluşturacaktık. Ama gelinen noktada buna hala başlayamadığımız ortada.
14 Eylül 2023 tarihinde Tarımsal Üretim Planlaması Hakkında Yönetmelik Resmi Gazete ’de yayımlandı. Kanunda “Tarımsal üretim planlaması, gıda güvencesi ve gıda güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için Bakanlıkça belirlenen ürün ve ürün gruplarının üretimine başlanılmadan önce izin alınır. Bakanlık, arz ve talep miktarları ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün ve ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını belirler” hükmü getirilmiştir.
Bu Kanunla ilk defa üretim planlaması ya da planlı üretimin yasal zemini oluşturulmuş, hangi araçlara başvurulacağı ve hedefleri belirtilmiştir. Uygulamaya geçilebilirse Kanun değişikliği ile planlı üretim açısından çığır açacak bir sürece de geçilmiş olacaktır.
Bilimsel, teknik ve sosyal yönleri bulunan 4’lü ekim nöbeti önerimizin yönetmelikte en az 3 yıllık olarak değerlendirildiği görülmektedir. 4 yıllık ekim nöbeti bilimsel ve teknik faydaları yanında üreticiye belirli ölçüde tercih hakkı da tanıyarak, üretim planlamasını kabullenmesine ve benimsemesine önemli katkı sağlayacağı bir sistemdir. Böylece hem hububat ekim ve üretimi garanti altına alınacak, hem de diğer yıllarda sürdürülebilir sulu tarım için fiziksel ve kimyasal bir toprak yapısı sağlanmış olacaktır.
Üretim planlamasında; suyun merkeze alınacağı, sulama yöntemine uygun bitki deseninin seçileceği, iklim değişikliğinin dikkate alındığı, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanılacağı, özetle su varlığına göre tarım yapılacağı hedefi anlaşılmaktadır.
2018 yılında çıkarılan ve uygulanmayan Milli Tarım Projesinden 6 yıl sonra Tarımsal Üretim Planlaması yönetmeliğinin çıkartılması önemli bir gelişme ancak sorun uygulamaya ne zaman geçeceği. Kanunda “Bakanlık sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeleri yapar. Sözleşmeli üretimi özendirmek üzere üreticilere, bu Kanunla belirtilen desteklerin verilmesinde öncelik tanır” hükmü yer almıştır. Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esas olmakla birlikte, ihtiyaç halinde Bakanlık tarafından belirlenen ürün sözleşmeli olarak üretileceği belirtilmektedir.
Sözleşmeli üretim için Bakanlık tarafından kayıt sistemi oluşturulacağı, mücbir sebep dışında alım ve satımdan vazgeçilmesi halinde cezai müeyyideye yer verileceği, sigortanın zorunluluk olacağı hükme bağlanmıştır. Kanun sözleşmeli üretimin gelişmesinin önündeki en önemli engel olan anlaşmazlık halindeki hukuki süreçlerle ilgili de önemli düzenlemeler içermektedir.
Kanunla birlikte; yıllardan beri sınırlı gelişme kat edilen, üretim planlamasının önemli bir aracı olan sözleşmeli üretimin hukuki zeminini oluşturması, özellikle uyuşmazlıklarda arabulucuya başvurma şartı ile basit yargılama usulünü ortaya koyması ve güçlü destek mekanizması ile gelişimine ve yaygınlaşmasına önemli katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir. Pazarlama sorunları da sözleşmeli üretim modelinin yaygınlaşmasına bağlı olarak büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.
Geçmişi tekrar hatırlarsak Kanun ve yönetmelik eksiğinden değil hedeflenen üretim planlamasına bir türlü başlayamadığımızdan sonraki on yıllarda tekrar bir program ortaya koyma ihtiyacı duymaktayız.
2- Girdi maliyetlerindeki yüksek seyir, üretici üzerinde rekolteden verim ve kalite kaybına kadar birçok noktada olumsuz etkiye sahip. İthalata bağımlı bir üretim modelinde kur etkisiyle kırılganlığın daha da arttığı bir tarım sektörümüz var. Girdileri dövizle alıp, üretip TL ile satmak ne kadar sağlıklı ve sürdürülebilir? Üretici yılsonu baktığında üretmek yerine dövizde kalmak veya başka alternatiflerde üretim maliyetleri toplamını değerlendirdiğinde nasıl bir gelir elde edeceğinin telaşına düşmüş durumda ve bu sürdürülebilir tarımsal üretim ve gıda güvenliği açısından tehdidin ötesine geçmektedir.
3- Hep dile getirdiğimiz ve artık yazıp çizmekten yorulduğumuz bir diğer konu da üreticilerin dağınık yapıdaki konumu. Üretimden pazarlamaya kadar rekabetçi bir yapıdan söz etmek mümkün değil. İşini hakkıyla yapan ve başarılı şekilde işleyen az sayıdaki örnekleri dışarıda tutarsak işlevsiz ve etkinliği sorgulanan birlik ve kooperatiflerin sektöre katkısı bir yana üreticilerin sırtında yüke dönüştüğü ortada. Etkin ve doğru şekilde işleyen, hesap verebilir ve denetlenebilir bir yapı içerisinde ‘tabana dayalı kooperatif‘ modeli sayısı yok denecek kadar az. Hal böyle olunca kendi kaderine terkedilmiş durumdaki üreticiler de ne girdi fiyatlarını kontrol etme, ne de ürünün satış fiyatını belirleme şansına sahip oluyor. Kendi başına organize olamayan üreticinin karşısında alırken fahiş fiyat politikası, satarken cambaz ticareti üreticiyi yormaktadır. TMO iki yıldır uyguladığı politika ile hububatta ödeme gecikmesi olsa da fiyat istikrarını sağladı, TÜRKŞEKER, Pankobirliğin uyarılarına rağmen şeker pancarı üreticisini daha fazla üretim için teşvik etmiş 2023 yılında kontrolsüz ekim şekerpancarı üreticisini sözleşmeli üretimin çok üzerinde üretimle zorda bırakmıştır. Sebze meyve üreticisi her yıl farklı bir üründen darbe yemeye devam etmektedir.
4- Ülkemizde bugüne kadar 7 genel tarım sayımı uygulanmış olup sonuncusu 2001 yılında yapıldı. 22-23 yıl öncesinin verilerini güncelleyerek ortaya koyulacak tarımda hedef ve vizyon oluşturmaya çalışmak doğru bir seçenek değildir. Tarım sektörüne yönelik veri tabanının güncelliği, doğruluğu ve güvenilirliği tartışma konusu iken sağlıklı bir planlama ve projeksiyonlara nasıl ulaşılır? Tek cümleyle, ölçemediğin şeyi kontrol edemezsin, kontrol edemediğin şeyi de yönetemezsin. Bugünkü sorunların temelinde de bu yatmıyor mu? Türkiye’nin artık kapsamlı bir tarım envanteri çıkartması gerekiyor. Teknoloji çağında temel altyapıyı oluşturmak ve sürdürülebilir hale getirmek hiçte zor değil.
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ile TÜİK arasında ‘Genel Tarım Sayımı Yapılmasına İlişkin Protokol’ imzalandı. Tarım sayımı istatistik işletme bilgisi, hayvan sayısı, arazi bilgisi gibi bütün verilerin doğrulanması anlamına gelecek. Amaç, tarımsal politikalarımıza altlık teşkil edecek veri setlerini doğrulamak. Program ve hedefi destekliyoruz, uygulama yöntemi ve süresi nasıl olacak birlikte göreceğiz.
5- Her Bakan değişikliğiyle yeni arayışlara giren tarım politikaları sürdürülebilirliğin önündeki en büyük sorun. Bakan ya da bürokratlara göre değişmeyen, piyasada devamlılığı ve istikrarı gözeten gerçekçi, altı dolu ve etkin bir tarım politikasına ihtiyaç var. Sadece bir kişi ya da kesimin değil liyakatli kadroların oluşturacağı politika ve stratejiler tarım ve gıda piyasasında öngörülebilirliği ve güveni sağlamada önemli bir rol üstlenecektir. TBMM gündeminde olan yeni Anayasa çalışmaları öncesi tarım politikaları gıda güvenliğinin ön planda olduğu sürdürülebilir bir üretim, ithalat ihracat dengesini sağlayabilecek bir yapı ile ANAYASA güvencesi altına alınmalıdır.
6- Tarım desteklemelerinin etki analizini yapabiliyor muyuz? Tarımsal desteklemeler; 2018 yılında 14,6 milyar TL olan 2019 16,1 milyar TL, 2022 39,6 Milyar TL, 2023 yılı için 59,9 dan 63,4 Milyar TL ye çıkarıldı. 2024 yılı için 91,5 Milyar TL tarımsal destekleme yapılacağı öngörülmektedir. Açıklanan tarımsal desteklemelerin kırsaldaki ekonomiye katkısı ve çiftçinin refahındaki etkisi hesaplanamıyor. Bu sorun yıllardır Sayıştay raporlarında dile getiriliyor. Tarım politikalarının temel amacı tarım sektöründe gelir/refah düzeyini yükseltmek, üretim, verim ve ürün çeşitliliğini artırarak bu üreticiyi yönlendirerek sürdürülebilir kılmaktır. Bunu sağlamanın temel araçlarından bir tanesi de tarımsal desteklemelerdir. Büyük umutlar bağladığımız “2006 yılında çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanununun 21. Maddesinde tarımsal desteklemeler GSMH nın yüzde birinden az olamaz demektedir”. Türkiye 2023 yılı GSMH değeri 32.3 trilyon TL ile dünyanın 17. Büyük ekonomisi sırasını almıştır. Türkiye’de merkezi yönetim bütçesinden yapılan tarımsal destekleme ödemelerinin tarımsal üretim üzerindeki etkisi ne kadar? Desteklemeler tarımda çeşitliliği ne kadar teşvik ediyor? Bunların etki analizini yapmak çokta zor değil. Tarım camiası bu etki analizini yapmazken Hazine ve Maliye Bakanlığı ekonomi gözlüğü ile bu etki analizini yapmakta tarımda uygulanan teşvik ve destekleme programlarından desteklerini çekmekte. Tabi Hazine ve Maliye Bakanlığı insanımızı doğduğu yerde doyurma ve mutlu etme seçeneğini formülüne dâhil etmemekte.
7- Tarım piyasalarında hem girdi fiyatları, hem de üretilen ürünlerde sağlıklı ve istikrarlı bir fiyat oluşumundan bahsetmek zor. Her ne kadar gündem günümüzde et, süt fiyatları ile mısır üzerinde yoğunlaşsa da, yaş meyve sebze, hububat gibi ürünlerin yanı sıra fındık, kuru üzüm, pamuk gibi farklı ürünlerde de sık sık fiyat dalgalanmaları yaşanıyor. Bitkisel ve hayvansal üretim kendi içinde farklı dengelere sahip ve denge bozulduğunda iki taraf da birbirinden etkilenir durumda. Tarımsal üretimin sürdürülebilirliği ülke ekonomisinin sigortası deriz ya, hayvancılık tarımın kaskosudur, bunun altını özellikle çizmekte fayda var.
Tarımsal ürünler açısından serbest piyasa ekonomisi adı altında bir boşluk söz konusu. Belki de o yüzden tarım ve gıda sektörü açısından son dönemde manipülasyon ve spekülasyon iddiaları daha sık dile getirilir oldu. Bu noktada Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Et ve Süt Kurumu (ESK), Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) gibi kurumlar olması gereken seviyede düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlıyor mu? Tarım ve gıda piyasalarında üretici ve tüketiciyi gözeten regülasyonlar yeterli mi? Bu soruların cevabı önemli. Kamu kurumlarının işlevselliği ve piyasayı regüle etme noktasında ellerindeki enstrümanları doğru zaman ve etkin şekilde kullanma kapasitesi de bir başka önemli nokta. Zira günlük ya da kısa süreli müdahaleler ve ithalat gibi sık başvurulan pansuman hamlelerin kalıcı çözüm üretmediği, tam aksine orta ve uzun vadede yerli üretimde onarılması on yıllar alan kalıcı hasarlar yarattığı ortada.
8- Tarımın belki de en görmezden gelinen ve önemseyen konusu ise belki de en can alıcı nokta aslında. Kırsal kalkınma politikalarından yani konuya sadece ekonomik açıdan bakmanın yanlış olduğu görüşünde ısrarcı olmalıyız. Yaşlanan kırsal nüfus, köylerden kentlere devam eden göç ve tarımdan kopan kesimlere dair sonuçları yorumlarken, meselenin nedenlerine detaylı şekilde bakmak lazım. Bugün dünyada, Türkiye kadar genç nüfusa sahip, işgücü potansiyeli yüksek bir ülke yok. Bu potansiyelin kullanılması ve geleceğe değer katacak insanların yetiştirilmesi ülkemizin refah seviyesinin yükselmesine katkı sağlayacaktır. Ancak, ülkemizde tarımsal üretimdeki nüfusun her geçen yıl yükselerek, ülke nüfus ortalaması 32 iken 54 yaşa çıkması kaygı vericidir. Eğitimden altyapıya, ulaşımdan sağlığa ve sosyal imkânlara kadar kırsaldaki şartların gözden geçirilmesi gerekiyor. Burada yerel yönetimlere de büyük iş düşüyor. Tarım artık siyaset üstü bir alan olarak görülmeli ve ‘araç’ olmaktan çıkıp ‘amaç’ olarak kabul edilmeli. 6360 sayılı Kanun ile Büyükşehirlerde köy ve kasabaların mahalle statüsü kazanması ile kırsal alan diye adlandırılan üretim bölgeleri mahalle statüsü ile hak ettikleri hizmeti alamamaktadır.
9- İklim değişikliği küresel ısınma ve mevsim kayması artık ülkemizde her yıl kuraklık, sel, yangın, dolu afeti şekline farklı bölgelerde yaşanmakta ve üstü açık fabrika olan tarım alanlarını tehdit etmektedir. Doğal olarak yağışların yetersizliği ve mevsim normallerinden farklı düşmesi Orta Anadolu başta olmak üzere ülke tarımını tehdit etmektedir. Sulanabilir tarım alanlarının korunması ve arttırılması için ülkemizde “Milli Su Planı, Havza Bazında Su Yönetimi” uygulaması yapılmalıdır. Bu kapsamda ülke havzaları arası su transferi Devlet Projesi olarak acil ele alınmalıdır. Bunu başardığımızda Ülkemizin tarımı, ticareti ve sanayisi gelişecek, Türkiye’nin gayrisafi hasılasına olan katkısı artacaktır. Artan üretimle birlikte gelişecek olan gıda sanayisinin ihracatı cari açığımızın kapanmasına çok daha büyük katkı yapacaktır. Ülkemiz stratejik önemi daha da pekişecek, 2053 ve2071 nihai hedeflerimize ulaşmamızda önemli katkı yapacaktır.
Hazırlanan Su Kanunu tasarısının birçok maddesinde yer alan “Havza Bazlı Su Planlaması” yerine “Milli Su Planı başlangıcına çekilmelidir. Suyu olan bölgeler gelişim içindeyken, suyu yetersiz olan bölgeler geçim derdinde olacaktır. Türkiye 2053 – 2071 hedeflerine geçim derdinde olanlarla değil, gelişim derdinde olanlarla ulaşacaktır. Tarımsal Üretim Planlaması, Türk tarımı için çok önemli bir şans olup, Milli Su Planlamasının bütünleşmesi tarımsal üretim için bir şahlanışın başlangıcı olacaktır.
“Teknik olarak mümkün olan bir havzada bulunan fazla suların havzalar arası transferlerine imkan tanınacaktır” gibi bir maddenin kanunda ifade edilmesi gerekmektedir.
Verimli toprakları fakat yetersiz su kaynakları olan dünyanın en önemli tarımsal coğrafyalarından biri olan Türkiye’de, hazırlanacak Su Kanununda, sadece jeolojik ve inşaat verileri değil; tarım, çevre, sosyolojik, ekonomik ve gıda güvenliği etki değerlendirilmesi dikkate alınması milli menfaatler açısından son derece stratejik bir öneme sahip olacaktır
Tarım sektörüne sorulacak ve tekrarlanacak çok konu başlığı var, bazı konuları bu metinde sesli düşünmeye çalıştık. Özetle, üretim planlaması, havza bazlı destekleme, yeni hal yasası, perakende yasası, tanzim satışlar gibi konular daha çok tartışılır ve konuşulur ama mesele “büyük resmi” görmekte. Büyük resim bu yasama döneminde TBMM gündemine gelmesi muhtemel SU KANUNU’dur.
Tarımsal ticaretin kalitesinin artırılması ve geliştirilmesi tarımsal üretime değer katacaktır. Dünyadaki tarımsal ürün ihracat pazarında Türkiye hak ettiği yerde değildir. Sanayimiz küresel sisteme entegre oldu ama tarımda ve tarımsal ticarette aynı gelişmeyi yakalayamadık. Tarım sektörü de kendisini tarımsal rekabete hazırlamak zorundadır. Bunun için yeni politikaların geliştirilmesi, köklü dönüşümlerin yapılması kaçınılmazdır.
Tarımda yüksek verim ve kalite odaklı üretime geçilmesi gerekmektedir. Bunun için tarımda; üretim, planlama ve ticaretinde bütüncül bir yaklaşımla ufuk açıcı politikalara ve uygulamalara her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Unutmayalım tüm plan, proje ve hedeflerde insan faktörünün ön planda tutulduğu kırsal kalkınma öne çıkarılmalıdır.
Celil ÇALIŞ/ Ziraat Yüksek Mühendisi
#topragınadamı





