Celil Çalış – Toprağın Adamı

Dünya Su Gününde; “Suyun Değeri”

1993 yılından bu yana Birleşmiş Milletler tarafından 22 Mart değişik temalarla “Dünya Su Günü” olarak kutlanmaktadır. 2020 yılı teması anlamlı olmuş ve İklim değişikliğine dikkat çekilmişti. 2021 yılında Suyun Değeri, 2022 yılında Yeraltı suyunu görünür yapmak, 2023 yılında Ortalıklar ve İşbirliği yoluyla değişimi hızlandırmak ve2024 yılında hala çözemediğim, “Barış için Sudan Faydalanmak” teması ile insanlığın dikkati çekilmeye çalışılacak.

Anlayamadığım nokta Irakta, Suriye’de, Filistin’de sudan faydalanmak, barış için mi savaşlar yapılıyor, masumlar neden katlediliyor sorusunu sormak gerek. Tabi ki bu savaşlarda ve yaşanan mezalimde birçok sebep varsa da bölge su kaynaklarının etkisi de küçümsenmeyecek kadar gündem içerisindedir. Ortadoğu’nun en büyük tatlı su kaynaklarının bulunduğu golan tepeleri ile yukarı kıyıdaş ve membası Türkiye’de olan Fırat ve Dicle nehirleri en önemli su kaynaklarını oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılda dünya nüfusu iki kat artarak üç katına çıkmış, dünya genelinde su talebi yedi kat, sulanabilen araziler ise 6 kat artmıştır. Buna mukabil artan su kirliliği kullanılabilir su kaynaklarını azaltmıştır. Buna göre dünyanın su ihtiyacı kullanılabilir su kaynaklarından daha fazla olma yönünde bir gidiş göstermektedir. Su kullanımındaki farklılıklar, suyun çok uluslu karakteri, su kaynaklarının zaman ve mekân ölçeğinde gösterdiği çeşitlilik su kullananlar arasındaki gerginlikleri artırmaktadır. Bu problemlere iklim değişikliklerinin etkisi de eklenmiştir.

 Su, tarih boyunca insanlığın ve tüm canlıların yaşam kaynağı olagelmiş, medeniyetlerin oluşumuna katkı sağlamıştır. Tarihe baktığımızda toplumların gelişimi, su kaynaklarının bulunduğu alanlarda olmuştur. Şu, hem ekonomik bir değer hem de sosyal ve kültürel bir nitelik taşımaktadır.

Su; dünyamızda istenilen yer, miktar, nitelik ve zamanda bulunmayan, yenilenebilir ancak sınırlı bir kaynak olması nedeniyle toplumların her katmanını ilgilendiren stratejik bir doğal kaynak olmuş ve olmaya da devam edecektir. Su kaynaklarından yararlanma ve bununla ilgili çalışmalar insanlık tarihi kadar eskidir. Hiç olmadığı kadar önemli hale gelen su kaynaklarının sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma için etkin kullanımı konusu, her düzeyde giderek daha yoğun biçimde gündeme gelmektedir. 

Dünya su varlığının yaklaşık % 97,5’i tuzlu sudur. Toplam su varlığının sadece % 2,5’i tatlı sudur. Tatlı su varlığının % 68,9’u kutuplarda ve yüksek bölgelerde sürekli don olarak, % 30,8’i ise toprak nemi ve yer altı suyu olarak bulunur. Dünya tatlı su varlığının sadece % 0,3’ü nehirlerde ve göllerde bulunur. Canlılığın yaşam kaynağı su; ne kadar bol iken, ne kadar da kıt olduğunu görebiliyoruz değil mi?

Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına düşen kullanılabilir tatlı suyun 8.000-10.000 m3 olması istenir. Türkiye nüfusunu 86 milyon olarak kabul edersek bu rakam 1302 m3‘ tür. Bu oran Avrupa’da 5000 m3, Suriye’de 1200 m3, Güney Amerika’da 23.000 m3 ve Dünya ortalaması ise 7600 m3’tür. Günümüz rakamlarına bakıldığında Türkiye, kişi başına düşen kullanılabilir tatlı su açısından zengin ülke değil, su stresi yani su azlığı çeken ülke konumundadır.

Ülkemizin yıllık kullanılabilir su potansiyeli 14 milyar m3 yeraltı, 98 milyar m3 yerüstü suyu olmak üzere toplam 112  milyar m3 tür. Bu miktarlardan fiili yıllık tüketime alınmış yerüstü suları 49 milyar m3, yeraltı suları ise 8,0 milyar m3 hacmindedir. Kullanım amaçlarına göre suyun 44 Milyar m3 (%75)’i sulama suyu, 7,5 Milyar m3(%15)’i içme-kullanma suyu ve 5,5 Milyar m3(%10)’u ise endüstriyel kullanım suyu olarak değerlendirilmektedir.  Su zengini olmadığımız halde kullanılabilir su varlığımız olan 112 milyar m3 suyun 57 milyar m3‘ünü yani % 50’sini kullanabilmekteyiz.

Bir doğal kaynak olarak su yaşadığımız coğrafyada bizlerden 4.500 yıl kadar önce yaşayan insanlar olan Sümerlerin anlayışına göre; toprak (enlil), gök (an) ve sudan (enki) oluşan evreni su tanrısı yarattı. Sümerlerden 4.500 yıl sonra aynı coğrafyada yaşayan, “topraktan öğrenip kitapsız bilen”, okul yüzü görmemiş bir Anadolu köylüsünün ağzından yaptığın bir iyiliğe karşılık; “su gibi aziz ol” sözünü duymak sıradan bir temenni değildir.

Bu sözü söyleyen köylü ve söyleten kültür, ne iki hidrojen atomunu bir oksijen atomuna bağlayan bağlardan haberdardır, ne hücre organellerini bilir, ne de yüksek yapılı bitkileri ayakta tutan turgor basıncını duymuştur. Karmaşık kimyasal yapıları bilmese de, biyofizikten haberdar olmasa da, moleküler biyolojiye yabancı olsa da, suyun “aziz” ve yaşam kaynağı olduğu bilmektedir.

Küresel ısınma iklim değişikliği ile suyun ne önemi var, demeyin sakın! İklimleri bozan, mevsimleri kaydıran, küresel ısınmaya sebep olan yağış ve buharlaşmanın bölgelere ve kıtalara miktar ve dağılımının bozulmasıdır. Sebebi de insanoğlunun doğaya hakkından fazla müdahale etmesidir.

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır”. (Rum 41)

Suyun oluşumu için gerekli olan kimyasal patlamayı karşılayacak bir enerji normal şartlarda bulunmamakta, Dünya ile su aynı anda yaratıldığı inanç haricinde bilimsel olarak da desteklenmektedir. Dünyamıza yaşam kaynağı olan su her yıl aynı döngüdedir. Yıl içerisinde yağan yağış ve buharlaşma miktarı aynıdır. Bir bölgede fazla yağış felaket, başka bölgede az yağış kuraklık oluşturmaktadır. Son yıllarda yağışların ani ve sert yağması ile sel su baskını felaketi ile kışların karsız ılıman geçmesi gelecek adına endişeyi arttırmaktadır.

Yüce Allah tüm evreni bir düzen ve ahenk içerisinde yaratmış ve birçok ayetinde bunu bizlere bildirmiştir: “Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.” (Lokman 10)

Türkiye’nin yıllık ortalama yağışı 574 mm olmasına karşın, suyun mevsimsel ve bölgesel olarak dengesiz dağılımı nedeniyle suyun en çok ihtiyaç duyduğu ve tüketildiği tarımsal üretimde sulama ihtiyacı mecburiyet oluşturmaktadır. Türkiye’nin yıllık su varlığı 112 milyar m3 civarında olup, belirli bölgeler dışında suyun olduğu yerde tarımsal arazi, tarımsal arazinin yeterince bulunduğu yerlerde su sıkıntısı çekilmektedir.

Tarımın, iklim şartlarına bağımlılığı azaltılması gerekir. Bu amaçla özellikle Orta Anadolu’nun sulama suyu ihtiyacını karşılamak için havza dışı su transferi yapılması zorunluluktur. Bunun bir ‘Devlet Projesi’ olarak ele alınması gıda güvenliğimiz açıdan çok önemlidir. Havza dışından petrol gelebiliyorsa su da gelmelidir.

Bunu başardığımızda ülkemizin tarımı, ticareti ve sanayisi gelişecek, Türkiye’nin gayrisafi hasılasına olan katkısı artacaktır. Artan üretimle birlikte gelişecek olan gıda sanayisinin ihracatı cari açığımızın kapanmasına çok daha büyük katkı yapacaktır. Ülkemiz stratejik önemi daha da pekişecek, 2053 ve 2071 nihai hedeflerimize ulaşmamızda önemli katkı yapacaktır. Artacak tarımsal gücümüzle birlikte, vicdanı da güçlü ülkemiz, kendi ihtiyacı, ticareti yanında dünyadaki tüm mazlumlara yardımını artıracaktır.

Yapmamız gereken “Milli Su Kanunu çıkartıp, su varlığımızı ülke bazında planlayıp, havza bazında yöneteceğiz”.

Sözün özü iklim değişikliği, küresel ısınma, mevsim kayması adına ne dersek diyelim doğanın ahengini ve dengesini bozan bizleriz. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya, içecek su, üretim yapacak toprak bırakmak için doğaya ve bilime saygılı ve duyarlı olmamız gerekmektedir.

Dünya, toprak, su atalarımızın bize mirası değil, torunlarımızın emanetidir. “Emanete hıyanetlik etmeyelim”.

 Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın “Dua” şiirindeki şu dizeleri ile konuyu sonuca bağlayalım: Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma Allah’ım!

“Eğer su kaynağı senin kendi ruhundan fışkırmazsa susuzluğunu dindiremezsin.” diyor Goethe

Abdullah Topaç hocamın sözleri ile, Bazen anlamazlar diye söylemezsin, Bazen olur anlamayacakları kadar çok söylersin. Bazen de anlayıp anlamamalarını düşünmez ve söylersin. Öyle yaptım suçlu aramadan sadece söyledim diyerek; Taşı delen suyun gücü değil, damlalarının sürekliliğidir, Suyumuza sahip çıkalım, her damla suya muhtaç kalabiliriz. SU HAYATTIR.

#topragınadamı

Celil Çalış

1973 Yılında Konya/Kadınhanı ilçesinde doğan Celil ÇALIŞ, Konya Çumra Ziraat Meslek Lisesinden 1992 yılında mezun olduktan sonra Tarım ve Köy işleri Bakanlığı Erzurum / Çat İlçe Müdürlüğünde Ziraat Teknisyeni olarak göreve başladı. Sırasıyla Antalya / Elmalı, Antalya /Alanya ve Konya İl Tarım Müdürlüklerinde değişik kademelerde görev yaptı.

Previous Post
Next Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir